İçeriğe geç

Medet Medet… Ecel Celalileri Aldı Mustafa Han’ı

Şehzade Mustafa; Osmanlı tarihinin en acıklı ve etkileyici hikayelerinden biri, babası Sultan Süleyman’ın ilk göz ağrısı, annesi Mahidevran’ın umudu, yeniçerilerin kahramanı, Hürrem’in engeli, Rüstem’in hedefi… Şehzade Mustafa; otuz sekiz yaşındayken babası Sultan Süleyman’ın emriyle ecel celalilerine sunulan, henüz yedi yaşındaki oğlu dahi nizam-ı âlem adına katledilen, acısıyla kardeşi Cihangiri kahreden, ardından ağıtlar yakılan…

İtalyan ressam Titian’ın 1530’larda yaptığı I. Süleyman tablosu.

Şehzade Mustafa, Sultan Süleyman’ın en büyük oğlu, ilk göz ağrısıydı. Mustafa küçük yaşlarından itibaren devrinin en önemli müderrislerinden dersler alır, zekası ve aklıyla kendini hemen gösterir, hocalarının takdirini kazanır. Şairdir, Muhlisî mahlasıyla kaleme alır şiirlerini, yetenekli bir hattattır da aynı zamanda. Askeri yetenekleri de çok yüksektir, bu sayede askerler arasında kendisine çok büyük bir sevgi ve saygı duyulur. Aynı sevgi ve saygıyı adaleti, dürüstlüğü ve cömertliği sayesinde halk nezdinde de kazanmıştır. Hocası Mustafa Sürûrî Efendi, Sultan Süleyman’a yazdığı bir mektubunda ondan “Devlet-i Aliyye’nin gördüğü en parlak şehzade” olarak bahseder. Daha genç yaşlarından itibaren bir kısım devlet adamı, halk ve ordu içerisinde Sultan Süleyman’dan sonra kesinkes tahtın sahibi olacak kişi olarak görülmeye başlanmıştır bile. Ancak işler pek de beklenildiği gibi gitmeyecek, Mustafa; Hürrem Sultan ve Rüstem Paşa ikilisinin de etkisiyle babasının gazabına maruz kalacaktır.

Genelde Mustafa’nın sonuna, Hürrem Sultan’ın emriyle Rüstem Paşa tarafından düzenlenen, Mustafa tarafından Safevî Şahı Tahmasb’a yazılmış gibi gösterilen uydurma mektupların sebep olduğuna inanılır. Bu mektuplar sayesinde Sultan Süleyman oğlunun kendi tahtında gözü olduğuna ve bunun için Safevî Şahı ile işbirliği yaptığına inanmış ve oğlunun katline karar vermiştir. Ancak; bu komplo iddiaları ne kadar doğrudur, Mustafa’nın katline Hürrem Sultan mı sebep olmuştur, Mustafa’nın gerçekten tahtta gözü var mıdır? Bu konuda değişik tarihi kaynaklarda anlatılan çeşitli hikayeler arasından farklı görüşler çıkarılabilmektedir. Mektup komplosu ve Mustafa’yı zehirleme girişimi bazı yabancı kaynaklarda geçmektedir ancak her ne kadar Mustafa’nın katlinin arkasında Hürrem Sultan ve Rüstem Paşa’nın da parmakları olduğu görülse de yine de tarihi kaynaklardan öğrendiğimiz bilgiler ışığında Mustafa’nın gerçekten de tahtta gözü olduğu sonucuna varabiliriz. Hürrem Sultan’ın Şehzade Mustafa’yı kendi oğullarının dolayısıyla kendisinin önünde bir engel olarak gördüğü ve aleyhine bir takım çabalar sarfettiği bilinen bir gerçektir ancak sadece Hürrem’in bu çabalarının Sultan Süleyman’ı oğlu Mustafa’nın katline ferman vermeye itemeyeceği de açıktır.

18. yüzyılda Venedik’te yapılmış bir Hürrem Sultan tablosu

Uzun süren Sultan Süleyman saltanatı devletin tüm gücüne rağmen bir muhalefet kanadı da oluşturmuştur. İşte Mustafa’yı çevreleyip onu trajik sonuna taşıyan da bu muhalefet çevresi olmuştur. Özellikle bulunduğu sancakta onun çevresini sarmış olan muhalefet kanadı kah onun aklına girerek kah yönlendirerek zaten otuzlu yaşlarının sonuna gelmesine rağmen hala tahta çıkamamış olan şehzadeyi iyice taht düşüncesine düşürmüşlerdir. Babası Sultan Süleyman ilerleyen yaşına rağmen hala tahtta oturmaktadır öyle ki seferlere katılıp orduya kumandanlık dahi edememektedir. Doğudaki Safevî tehlikesi ise git gide büyümektedir. Bu durum yeniçeriler arasında huzursuzluk yaratmakta ve Safevî tehlikesinin ancak Şehzade Mustafa tarafından bertaraf edilebileceği düşünceleri yayılmaktadır. Aynı şekilde toplumda var olan bir takım sıkıntılar da halkın, adaleti ve cömertliğiyle ün salmış olan Mustafa’yı kurtarıcı olarak görmesine sebep olmaktadır. Askerler ve halk arasındaki popülaritesini gören Mustafa, çevresindeki onu teşvik eden devlet adamlarının da tesiriyle kendisini tahtın sahibi olarak görmeye başlamıştır. Mustafa’nın bu fikre kapılmış olduğunu fermanlarına tuğra çektirmesinden de anlayabiliyoruz. Tuğra çekmek saltanat alameti olup sadece padişah bu alametin sahibidir, padişah dışında kimselerin tuğra çekmeleri yasaktır. Şehzade Mustafa’nın tuğra çekmesi artık babasının saltanatını kabul etmediğini ve saltanatın kendisine ait olduğunu düşündüğünü göstermekte olup başkaldırı niteliğindedir.

Şehzade Mustafa

Şehzade Mustafa gerçekten saltanat hevesine kapılmış olsa da Hürrem Sultan ve Rüstem Paşa da onun aleyhine çalışmaktan geri durmamışlardır. Başlarda Sultan Süleyman, oğlu Mustafa’nın kendisine karşı bir isyana kalkışacağına ihtimal vermese de içindeki kuşku git gide büyüyordu. Mustafa’nın Safevîler ile işbirliği içinde olduğu, niyetinin sadece tahtı ele geçirmek olmadığı, babasının canına da kastedeceği söylentileri Hürrem Sultan ve Rüstem Paşa tarafından Sultan’ın kulağına fısıldanıyor, ordu ve halk içindeki Mustafa yanlısı söylentiler de bilinçli olarak Sultan’ın kulağına taşınıyordu. Gerçekten de Rüstem Paşa İran üzerine sefere çıktığında ordudaki yeniçeriler Rüstem Paşa’dan ayrılıp Şehzade’nin hizmetine girmek üzere Amasya’ya geçtiler. Bunun üzerine Rüstem Paşa, Sipahiler Ağası Şemsi Ağa’yı, İstanbul’a göndererek Sultan’ı durumdan haberdar etti. Şemsi Ağa yeniçeriler arasındaki “Padişah artık çok yaşlanmış olduğundan bizzat düşman üzerine gidemiyor. Şehzade Mustafa’nın padişahlığına Rüstem Paşa’dan başka bir engel yoktur. Rüstem’in başını kesmek ve yaşlı Padişah’ı Dimetoka Sarayı’nda dinlenmeye göndermek kolaydır.” şeklindeki söylentileri Sultan’a anlattı. Artık bu son gelişmeler içindeki kuşku gün be gün büyüyen Sultan’ı oğlunun kendisine karşı isyan etmiş olduğuna ikna etmişti.

Şehzade Mustafa ise İstanbul’da, sarayda kendisi aleyhine yürütülen entrikalardan haberdardır ancak annesinin her gün ileri sürdüğü gibi babası tarafından zehirlenebileceğine de asla inanmak istememektedir. Hürrem Sultan’ın ve Rüstem Paşa’nın ithamları için deliller bulmak amacıyla kendisinin attığı her adımı gözcüler vasıtasıyla takip ettiklerini fark edince tüm hareketlerine dikkat etmeye başlamış, para ve seçkin atlar hediye ederek ve mümkün olduğunca göze batabilecek hareketlerden uzak durarak babasının gönlünü tekrar kazanabilmek için elinden geleni yapıyordu. Fakat attığı tüm bu adımlar dahi Sultan’ın çevresindeki düşmanları tarafından çarpıtılarak suçluluğunun yeni birer delilleri olarak gösteriliyordu. Yaşanan tüm bu gelişmeler hem Sultan’ın hem de Şehzade Mustafa’nın birbirlerine duydukları güveni git gide eriterek tamamen yok etmişti. Tıpkı Fatih Sultan Mehmet’in ölümünün ardından yaşanan gibi büyük bir taht savaşının başlayıp imparatorluğu uçurumun kenarına sürükleyeceği korkusu herkesi kaplamıştı. Artık Devlet-i Aliyye patlamaya hazır bir bomba halini almış, herkes patlayacağı anı beklemekteydi.

Agostino Veneziano’nun Sultan Süleyman gravürü.

Şehzade Mustafa’nın başına buyruk ve isyan niteliğindeki hareketleri ve Hürrem Sultan ile Rüstem Paşa’nın kışkırtmaları sonucu Sultan Süleyman artık oğlunun gözünü tahta dikmiş ve kendisinin canına kastetmiş olduğuna inanmış, Mustafa’yı infaz etmeyi aklına koymuştu. Bu sebeple İran seferine çıkmış ve yeniçeriler kendisini terk edip Şehzade Mustafa’ya katılınca Aksaray’da beklemeye başlayan Rüstem Paşa’yı geri çağırarak, ordunun başına bizzat kendisinin geçeceğini ilan etti.

1553 yılının Ekim ayı idi, Sultan Süleyman ordusunun başında Anadolu topraklarına geçti, yanına Manisa sancakbeyi oğlu Şehzade Selim’i de alarak otağını Karaman topraklarındaki Ereğli yakınlarında kurdu, gelip babasının huzuruna çıkması için Şehzade Mustafa’ya haber salındı. Ancak Mustafa, kendisine yöneltilen suçlamalara karşı kendini savunması için değil aksine sorgusuz sualsiz infaz edilmek üzere babasının tahtının önüne çağırılmıştı. Sultan Süleyman’ın, her ne kadar Şeyhülislam Ebussuud Efendi’den üstü kapalı bir şekilde sual ederek “caizdir” cevabını aldığına yönelik iddialar bulunsa da, infaz öncesinde vicdanını rahatlatmak için Şeyhülislam’dan fetva isteyip istemediğini kesin olarak bilemiyoruz. Bildiğimiz şey Mustafa’ya huzura çıkması için haber salındığında Sultan’ın kafasında oğlunu öldürme fikrinin kesinleştiği ve Şehzade Mustafa’nın da huzura çağrıldığını öğrendiğinde olacak olanları tahmin edebildiğidir. Yine de Mustafa, Sultan’ın huzurunda yöneltilen tüm suçlamaları çürütebileceğini ve kurtulabileceğini umut ediyordu. Babasının emrine itaat etti, ne en yakınındaki insanların uyarıları, ne üzüntü içindeki annesinin ricaları onu durdurdu, öyle ki her şey gitmesine mani olmaya çabalıyormuş gibi yola çıkmak üzere bineceği atlardan iki tanesi üzerine binmesine izin vermedi.

Şehzade Mustafa’nın öldürülüşünü tasvir eden batılı bir gravür, 18.yüzyıl.

6 Ekim günü en güzel giysilerini giyerek, altın ve değerli taşlarla süslenmiş muhteşem bir at üzerinde, yanında babası için değerli kürklerden, seçkin atlardan oluşan zengin hediyelerle birlikte etrafı görkemli bir maiyetle çevrili olarak yola çıktı ve babasının karargahının yakınlarına otağını kurdu. Daha gelir gelmez ayaklarının ucuna bir ok düştü Şehzade Mustafa’nın. Oka bağlı bir mektup vardı, kimden olduğu bilinmeyen mektupta ölümünün geri dönüşü olmayan bir şekilde kararlaştırıldığı, geri dönmesi gerektiği söyleniyordu. Mustafa bunu babasıyla arasını hepten bozmak isteyen Rüstem Paşa’nın bir oyunu olarak düşündü. Yanında iki adamıyla birlikte babasının otağına doğru ilerledi. Silahlarını dışarıda bekleyecek olan adamlarına bırakarak silahsız bir şekilde babası Sultan Süleyman’ın otağına girdi.

Mustafa otağa girdiğinde babası Sultan Süleyman’ı tül bir perdenin arkasında gördü, elinde bir yay tutuyordu. Eğilip selam vermek istedi ancak tam o anda Sultan Süleyman’ın sesi gürledi: “Hala bana selam verme cesaretini mi gösteriyorsun, it!” Mustafa şaşkınlığını atamadan yedi dilsiz cellat birden üstüne çullandı. Güçlü bir vücuda sahip ve iyi bir güreş eğitimi almış olan Mustafa ilk anda üstüne çullanan cellatlardan kurtulup onlarla boğuşmaya başladı. Ancak koruyucu bir muska taşıdığı sarığı başından düştükten sonra cellatlar iki yay kirişini Mustafa’nın boynuna geçirmeyi başardılar. Eski zamanlardan beri devam eden bir Türk töresidir, saltanat ailesinden kimselerin kanı akıtılmazdı. Mustafa, babasının gözleri önünde boynuna geçirilen yay kirişleriyle boğularak öldürüldü.

Hünernâme isimli eserde Şehzade Mustafa’nın cenazesinin teşhirini gösteren minyatür.

Şehzade Mustafa’nın öldürüldüğü haberi bir anda karargahın her yerine yayıldı. Yeniçeriler hiddetle Şehzade Mustafa’yı istediler. Bunun üzerine Sultan Süleyman cesaretlerini kırıp gözdağı vermek için Mustafa’nın cansız bedenini bir kilim üzerinde otağının önüne çıkardı. Yeniçeriler daha da hiddetlendiler, hiç hakkı olmadan böyle bir cürmü işleyen Sultan’a lanet okuyorlar ve bu musibetin başı olan Rüstem Paşa’ya intikam yeminleri ediyorlardı. Tüm bu bağrışmalar otağındaki Sultan’ın kulağına kadar ulaşıyordu. İsyana kalkışmak üzere olan yeniçerileri sakinleştirebilmek için Rüstem Paşa hemen aynı gece içerisinde veziriazamlıktan alınıp yerine Kara Ahmet Paşa getirildi ve yeniçerilere altın dağıtıldı. Rüstem Paşa bu sırada kaçarak İstanbul’a doğru yol almıştı bile. İstanbul’da Hürrem Sultan’ın himayesine sığınan Rüstem Paşa yine de veziriazammış gibi itibar görmeye devam etti. Divân-ı Hümayûn’un yüksek rütbeli memurlarını kabul ediyor, yabancı elçilerle görüşüyor, camiye törenle gidiyordu. Nitekim çok değil, iki sene sonra alındığı veziriazamlık makamına geri döndü.

Şehzade Mustafa öldürüldüğünde oğlu Mehmet henüz yedi yaşındaydı. Babasının ölümünün ardından annesiyle birlikte Bursa’ya yerleştirilmişlerdi. Ancak Mustafa’nın arkasından entrikalar çeviren ekip bu kez de oğlu Mehmet’in aleyhine çalışmaya başlamış, Sultan Süleyman’ı Mehmet’in saltanat ve devlet için bir tehlike olduğuna ikna etmeye çabalıyorlardı. Yeniçeriler ise “Mustafa öldüyse oğlu var!” diyerek onu büyüyüp babasının öcünü alacak ve tahta geçecek kişi olarak görmeye başlamışlardı. Bursa halkı Mehmet’i gördükleri anda sevinç çığlıkları atıp uzun ömür duaları ediyordu. Sultan Süleyman istemese de daha fazla direnemedi ve Mehmet’in de öldürülmesi emrini verdi. Annesinin kucağından çekilip alınan Mehmet de tıpkı babası Mustafa gibi boğularak öldürüldü.

Şehzade Mustafa’nın ve oğlu Mehmet’in öldürülmesinin ardından Şeyhülislam Ebussuud Efendi’den Mustafa’nın, sultanın hükümdarlık alametlerini kendisine mal etmeye cesaret etmiş bir hain olduğu bu sebeple hem kendisinin hem de oğlunun katlinin caiz olduğuna dair bir fetva alınarak cinayetlere meşruiyet kazandırılmak istenmiştir. Ancak Mustafa’nın öldürülüşü askerler içerisinde olduğu kadar hem halk hem de alimler arasında da hiç bir zaman haklı görülmemiştir. Mustafa’nın katli imparatorluğun her tarafında acı ve hüzünle karşılanmıştır, ardından gözyaşları dökülüp, sayısız mersiyeler yazılmıştır. Mustafa’nın ardından mersiyeler yazan şairlerden hiçbiri Taşlıcalı Yahya kadar samimi ve cesur olamamıştır. Taşlıcalı duyduğu hüznü açıkça mısralarına dökmüştür:

“Meded meded bu cihânun yıkıldı bir yanı

 Ecel celâlîleri aldı Mustafâ Han’ı

 Tulundı mihr-i cemâli bozuldu dîvânı

 Vebâle koydılar âl ile Âl-i Osmânı”

Şehzade Mustafa’nın yası Anadolu’da nesiller boyunca Taşlıcalı’nın dizeleriyle tutulmuş, Mustafa’nın hikayesi dilden dile dolaşan bir ağıt olmuştur.

 

Yararlanılan Kaynaklar:

– Johann Wilhelm Zinkeisen, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, Yeditepe Yayınları

– Joseph von Hammer, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, İlgi Kültür Sanat Yayıncılık

– Nicole Jorge, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, Yeditepe Yayınları

Bu yazı yorumlara kapalı.