1) Kâzım Karabekir’in Hayatı
Milli Mücadele kahramanı ve siyaset adamı Musa Kâzım Karabekir, 1882 yılında İstanbul Kocamustafapaşa’da doğmuştur. Ailesi Karaman’ın bugünkü adı Kazım Karabekir İlçesi olan Gafariyat ilçesinde kasabasındandır. Babası, Kırım Savaşı’na 16 yaşında gönüllü olarak yazılmış, Silistre ve Sivastopol Muhaberelerinde bulunmuş ve yaralanmış Mehmed Emin Paşadır. Mehmed Emin Paşa, binbaşı iken Kastamonu alay beyliği ve yarbay iken de İskilip Kaymakamlığı görevlerinde bulunmuştur. Sonra sırasıyla Hakkari, Van ve Harput’ta görev almış, en son Mekke’de vali vekaleti görevinde iken kolera salgınında vefat etmiştir. Kâzım Karabekir’in annesi ise Hacı Havva Hanım’dır. Mehmet Emin Paşa’nın 1893’te Mekke’de ölümü üzerine Havva Hanım İstanbul’a dönmüş ve beş çocuğunu burada yetiştirmiş, 1917 yılında İstanbul’da vefat etmiştir.
Beş erkek kardeşin en küçüğü olan Kazım Karabekir okul hayatına babasının doğu illerinde görevli olduğu dönemde mahalle mekteplerinde başlamıştır. Daha sonra Fatih Askeri Rüşdiyesi’nden ve Kuleli Askeri İdadesi’nden mezun olmuştur. 1900 yılında Pangaltı Harbiye Mektebi’ne girmiştir. Burada Almanca ve Rusça dersleri almış, 6 Aralık 1902 günü “Piyade Teğmeni” rütbesiyle, sınıf birincisi olarak mezun olunca Kurmay Sınıfı’na ayrılmıştır. Erkan-ı Harbiye Mektebi’ne (Harb Akademisi’ne) devam eden Karabekir, 1905 yılında bu okuldan da birincilikle mezun olmuş ve “Altın Maarif Madalyası” ile ödüllendirilmiştir. Okul idaresi gösterdiği başarı nedeniyle kendisinden öğretmen olarak okulda kalmasını istemiştir ancak Kazım Karabekir bunu kabul etmeyip iki yıllık stajını görevlendirildiği 3. Ordu Süvari Topçu ve Piyade Bölük Komutanlığı hizmetinde Manastır’da yapmaya başlamıştır. Burada birçok kere Rum ve Bulgar çeteleriyle uğraşmak zorunda kalmıştır. Bulgarlarla yapılan büyük bir çarpışmadan sonra Kolağası (Ön Yüzbaşı) rütbesine yükseltilmiştir. 1907 yılında İstanbul Harbiye Mektebi tabiye muallim muavinliğine tayin edilmiştir. İttihat ve Terrakki Cemiyeti’nin Manastır ve İstanbul’daki ilk merkezlerinin kuruluşunda bulunmuştur. Meşrutiyetin ilanından sonra Edirne’de 3. Fırka Erkan-ı Harpliği’ne getirilmiştir. 31 Mart Olayı üzerine Hareket Ordusu ile İstanbul’a doğru yola çıkmış, Yıldız’ın işgalinde bulunmuştur. 1910 Arnavutluk İsyanı’nın bastırılmasından sonra kolordunun hareket şubesi şefi ve kısmen de Erkan-ı Harp Reis Vekili olarak bulunmuştur. 1912’de binbaşılığa terfi etmiştir.
Kâzım Karabekir, mağlubiyetle sonuçlanan Balkan Savaşı sırasında Edirne 10. Tümen Kurmay Başkanı idi. Bulgarların Edirne’yi kuşatması sırasında ordu kumandanı Şükrü Paşa ile birlikte Bulgar Ordusu’na karşı uzun süre direnmiştir. Fakat, açlık ve cephanesizlikten dolayı şehrin düşmesiyle 22 Nisan 1913 günü esir düşerek Sofya’ya gönderilmiştir. 21 Temmuz 1913’te Edirne’nin geri alınmasından sonra Bulgaristan ile imzalanan İstanbul Antlaşması’yla serbest bırakılarak İstanbul’a gelmiştir.
1914’te başlayan 1. Dünya Savaşı’nda, Çanakkale Muharebesi’nde Fransızlara karşı Kerevizdere’de kazandığı başarı üzerine Miralaylığa (Albaylığa) terfi etmiştir. Daha sonra Alman Mareşali Graf von der Goltz Paşa’nın kurmay başkanı olarak Irak’a gitmiş ve Maraşelin vefatından sonra 18. Kolordu komutanı olmuştur. Bağdat Muharebesi’nin sonuna kadar bu görevde kalmıştır. 1917 yılı başlarında Diyarbakır mıntıkasındaki 2. Kolordu komutanlığına naklolmuştur. Bu arada 2. Ordu Komutanlığı vekâletini yapmıştır. Ardından 1. Kafkas Kolordu Kumandanı olan Kâzım Karabekir elindeki az askere ve silaha rağmen 18 Şubat 1918’de Erzincan’ı, 12 Mart 1918’de Erzurum’u ve daha sonra da Sarıkamış ve Kars’ı Ermenilerden tamamen temizlemiştir. Başarılarının sonucu olarak birçok madalya almış ve Tuğ – Tümgeneral (Mirlivalığa) rütbesine yükseltilip Paşa olmuştur. Karabekir Paşa, 15 Mayıs 1918’de Gümrü şehrini işgal edip, Ermeni çete ve askerlerini çatışmalarda yenerek barışa zorlamış, sonucunda da Batum Antlaşmasını imzalatmıştır. Bundan sonra Tebriz’e hareket ederek İran Azerbeycan’ından İngiliz Kuvvetlerini çıkartmaya muvaffak olmuştur. Osmanlı Hükümetince birçok harp nişanı ve madalyalarla taltif olunmuştur. Mütarekeden sonra Erkan-ı Harbiye Umumiye Reisliğine İstanbul’a çağrılmıştır.
Dünya Savaşı’nın ardından başlayan işgaller sırasında Karabekir, İstanbul’da pasif bir görevde kalmayı kabullenmemiş, genç komutanların Anadolu’ya ordularının başına gönderilmesi zaruretini ve kendisinin de doğuya tayin olunmasını, ilgililere telkin ve teklif etmiştir. Bu arada, Mustafa Kemal Paşa ile Şişli’deki evinde yaptıkları görüşmelerde Milli Mücadele’nin ilk tohumları atılmıştır. Ülkenin doğusundaki birliklerin başına geçmek isteyen Karabekir Paşa bu amacını gerçekleştirmiş ve görevlendirilmiş olduğu Tekirdağ’daki 14. Kolordu Komutanlığı’ndan doğuya tayinini sağlanmıştır. 24 Şubat 1919’da Erzurum’daki 15. Kolordu’nun başına geçmesi gerektiği emrini almış ve amacına kavuşmuştur. Bunun üzerine 12 Nisan 1919 yılında Gülcemal adlı bir yolcu vapuruyla Trabzon’a doğru yola çıkmıştır. 19 Nisan’da buraya varınca Muhafaza-i Hukuk Heyeti üyeleriyle görüşmüş ve onların kendisine bağlanmalarını sağlamıştır. Trabzon’dan ayrıldıktan sonra ise Erzurum’a geçen Karabekir, buradaki Müdafaa-i Hukuk Heyeti’nin üyeleriyle görüşmüştür. Müdafaa-i Hukuk Heyeti onun emirlerinden çıkmayacağını belirtince halka moral kazandırmak ve durumdan haberdar etmek için mitingler ve görüşmelerde bulunmuştur. Bu görüşmelerde üzerinde önemle durduğu konular şunlardır: tüm şartları zorlayarak silahlanmayı sağlamak ve yurttan düşmana kesinlikle silah veya cephane yardımı yapılmasını engellemek, Ermeni propagandalarına inanmamak, Erzurum’da Doğu illeri temsilcilerinden oluşan büyük bir kongre toplamak. İzmir’in işgali ile beraber kongre önerisi kabul edilmiş ve 30 Mayıs 1919’da davetiyeler yazılmıştır.
Bu sıralarda Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkmış ve hemen Kâzım Karabekir ile temasa geçmiştir. Erzurum Kongresi’nin toplanma kararını öğrenen Mustafa Kemal bunu takdir ettiğini Kâzım Karabekir’e telgraf ile bildirmiştir. Ayrıca 22 Haziran’da Amasya Genelgesi’ni yayınlayarak kongrenin toplanacağını yurdun dört bir yanına bildirmiştir. Böylece kongre yöresel değil de ulusal önem kazanmıştır. Bu olay üzerine, Mustafa Kemal’in Anadolu’daki eylemlerinden çekinen İstanbul Hükümeti, İngilizlerin baskıları sonucu, Mustafa Kemal Paşa’yı İstanbul’a çağırmıştır. Bu emre Mustafa Kemal’in şiddetle karşı çıkması üzerine İstanbul Hükümeti kendisini tutuklamak için Kâzım Karabekir Paşa’yı görevlendirmiştir. Ancak Karabekir Paşa bu emri yerine getirmediği gibi Mustafa Kemal Paşa’nın safında olduğunu ilan etmiştir.
10 Temmuz’da toplanan Erzurum Kongresi’nde Temsil Heyeti’ne seçilen Kâzım Karabekir, Sivas Kongresi çalışmalarını da yakından takip etmiş ve kongrenin aldığı kararları desteklemiştir. Milli Mücadele hareketi boyunca Edirne Milletvekili ve Doğu Cephesi Komutanı olarak görev yapmıştır. 1920’de Ermenilerce işgal edilen doğu illerini geri aldıktan sonra 31 Ekim 1920’de Ferikliğe (Korgeneralliğe) yükseltilmiştir. 2 Aralık 1920’de Ermenilerle Gümrü Antlaşmasını imzalamış, Rus ve Kafkasya Hükümetleri ile yapılan Kars Antlaşmasına ait görüşmeleri Ankara Hükümeti Murahhas Heyeti Başkanı olarak başarıyla sonuçlandırmıştır. 21 Kasım 1923’de “Milli Mücadelemizde Siyasi ve Savaş Yararlılığı” görülenlere verilen yeşil ve kırmızı şeritli İstiklal Madalyası ile ödüllendirilmiştir.
Zafer’den sonra 1. Ordu Müfettişliğine tayin olunmuş, Meclisin 2. döneminde İstanbul Milletvekili olarak bulunmuştur. 1924 yılında, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Cafer Tayyar Eğilmez ile birlikte Cumhuriyet devrinin ilk muhalefet partisi Terrakki Perver Cumhuriyet Fırkası’nı kurmuşlardır. Karabekir, partinin başkanlığına seçilmiştir. Ancak parti bir süre sonra kapatılmıştır. Kâzım Karabekir, ertesi yıl 22 Haziran 1926’da İzmir suikastında rolü olduğu iddiasıyla Ankara’da tutuklanıp İzmir’e götürülmüştür. Suikastı araştırmak amacıyla kurulan İstiklâl Mahkemesi’nde idamla yargılanmıştır. Fakat 23 Temmuz’da söz konusu olayla bir ilgisi olmadığı anlaşılarak, mahkeme üyelerinin oy birliği ile beraat etmiştir.
1927’de emekli edilen Kazım Karabekir 1938 yılına kadar Erenköy’deki bugün müze olan köşkünde inzivaya çekilmiştir. Aydın eşrafından Cemal Bey’in kızı İclal Hanımla 1924 yılında evlenmiş, 3 kızı olmuştur. 1938 yılı sonunda İstanbul Milletvekilliği’ne seçilmiş 6.,7. ve 8. dönemlerde İstanbul Milletvekilliği yapmıştır. 5 Ağustos 1946 tarihinde TBMM Başkanlığına seçilmiş, 26 Ocak 1948’de bu görevdeyken vefat etmiştir.
2) Dış Politika Hakkında Eserlerinde Yer Alan Görüşleri
Kâzım Karabekir, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemi, Milli Mücadele, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve bu süreçlerde kendi görüp yaşadıkları hakkında önemli eserler kaleme almıştır. Bu çalışmada, onlarca eser veren Kazım Karabekir’in bazı eserleri üzerinden dış politika hakkındaki görüşleri tespit edilecek ve değerlendirilecektir.
Kazım Karabekir, yazmış olduğu Hayatım isimli otobiyografik eserde gençlik yıllarındaki dış politikaya ilişkin görüşlerinden sadece 1904 yılındaki Rus – Japon Savaşı hakkındaki hislerine yer vermiştir. Savaşın başlamasını büyük bir sevinç ile karşıladığını ifade eden Karabekir, Rusların Japonlarla uğraşırken Bulgarların hamisiz kalacağını ve savaşın bir iki yıl uzaması durumunda Osmanlı’nın rahat bir nefes alabileceğini düşünmüştür. Savaşı heyecanla nasıl takip ettiklerini, Japonların aldıkları galibiyetler karşısında nasıl kutlamalar yaptıklarını anlatan Karabekir bu savaş çıkmasaydı ve Ruslar dikkatini Uzakdoğu’ya kaydırmasaydı Makedonya’yı kaybedeceğimizi düşündüğünü aktarmakta, savaşın sonlarına doğru barış sözleri yayıldıkça Makedonya için sıkıntılı günlerin yeniden geleceğinden korktuğunu ifade etmektedir. O dönemde Osmanlı Devleti’nin en büyük düşmanı olarak görülen Rusya’ya karşı duyulan korku ve öfke gençlik yıllarında Karabekir’in hafızasında yer etmiştir. Öyle ki; gençlik yıllarından dış politikaya ilişkin aktardığı tek husus Japonlarla giriştikleri savaş sayesinde Osmanlı’nın bir süreliğine rahatlayacak olması ve Rusya’nın yenilmesi sebebiyle duyduğu sevinç olmuştur.
Kendi deyimiyle “ta’biye istihkam, levazım gibi askeri dersleri Almanların okuttuğu, harita ve arazi tatbikatını da onların idare ettiği; harp tarihi, erkan-ı harbiye vazifeleri, kale muharebeleri gibi mühim askeri derslerin, tahsillerini Almanya’da görmüş Türk muallimlerin okutup tatbikatını yaptırdığı; askeri kitapların hepsinin Almancadan tercüme edildiği” bir ortamda yetişip “Harbiye Mektebinde üç yıl Alman muallimlerle talim ve manevralarda başlayan temasları Erkan-ı Harbiye sınıflarından geçirdiği üç yıl içinde Alman askeri irfanından feyiz alan” ve Osmanlı ordusundaki görevinde sürekli Alman subaylarıyla birlikte çalışan Kâzım Karabekir, Almanya ve Türk-Alman ilişkileri hakkında “Tarihte Almanlar ve Alman Ordusu”, “Tarih Boyunca Türk Alman İlişkileri” ve “Türkiye’de ve Türk Ordusunda Almanlar” isimli üç eser kaleme almıştır. Tarihte Almanlar ve Alman Ordusu isimli eserinde Almanya’nın kuruluşunu, tarihini, Almanların millet şuuruna erişmesini, Alman ordusu ve kültürünü I. Dünya Savaşı arifesinde yapmış olduğu bir Avrupa seyahatinde uğradığı Almanya’da edindiği bilgi ve görgüler ışığında ele almıştır. Kitabın ilk bölümünde Tarihte Almanlar, Almanya’nın tarihi, geçirdiği evreler, Almanların millet bilinci kazanması üzerinde durmuştur. İkinci bölümde ise Alman ordusunun tarihi ile Clausevitz, Scharnhorst, Schlieffen ve Moltke gibi Alman askeriyesinin ve modern askeriyenin temellerini atan büyük Alman komutanları anlatmıştır. Üçüncü ve son bölümde ise Alman kültürü hakkında inceleme ve değerlendirmelerde bulunmuştur.
Tarih Boyunca Türk Alman İlişkileri ismini taşıyan eserinde Türk – Alman ilişkilerinin tarihi geçmişini, Şark meselesini, Bağdat demiryolunu, Almanların Anadolu ve İslam ülkeleri üzerindeki emellerini daha ziyade ekonomik ve siyasi boyutlar üzerinde durarak ele almıştır. Diğer eseri olan Türkiye’de ve Türk Ordusunda Almanlar isimli kitabında Osmanlı ordusunda görev almış Alman komutanlardan Helmuth von Moltke, Colmar Feiher von der Goltz ve Liman von Sanders’i ve onların Osmanlı’daki faaliyetlerini anlatmıştır.
Karabekir, Almanya ve Almanlar hakkındaki bu eserlerinde bir toplumun 20-30 yıl gibi çok kısa bir sürede içerisinde nasıl millet bilinci kazanıp askeri ve ekonomik açıdan dünyada sayılı devletlerin arasına girdiğini ve bir ordunun bu yolda toplumuna nasıl önderlik ettiğini hayranlıkla anlatmıştır. Ancak bu vakur bir hayranlıktır zira Almanların Osmanlı toprakları üzerinde siyasi ve ekonomik çıkarları olduğunu ve bu çıkarları doğrultusunda hareket ettiklerini de tespit etmektedir. Yine de genel bir değerlendirme yapıldığında Karabekir’in Almanya’ya bakışının olumlu yönde olduğu fark edilmektedir. Nitekim Tarihte Almanlar ve Alman Ordusu eserinin mukaddime kısmında da diğer Batılı devletlerin Ayestefanos görüşmelerinde Rusya’ya karşı çıkmalarına rağmen Osmanlı’dan pay almaktan geri kalmadıkları buna rağmen Almanların Osmanlı’yı desteklediği, Balkan Harplerinde de Osmanlı’nın yanında yer aldıklarını belirtmiştir.
Kazım Karabekir, İstiklal Harbimizin Esasları isimli kitabında Milli Mücadele döneminde gerçekleşen dış politika olayları hakkındaki görüşlerine yer vermiştir. 1933 senesinde bir gazetede Milli Mücadele ve Milli Mücadele’nin öncüleri hakkında çıkan yazılardan rahatsız olan Karabekir bu gazeteye cevabi yazılar ve bazı belgeler göndermeye başlamıştır. Bu yazı ve belgeler de gazetede yayınlanmaya başlanmış ancak bir süre sonra yazıların yayını durdurulmuştur. Bunun üzerine Kâzım Karabekir yazılarını tamamlayarak ve bir takım belgeler de ekleyerek İstiklal Harbimizin Esasları adını vermiş olduğu kitabı hazırlamış ve matbaaya vermiştir. Kitabın basımı yapılmış ancak henüz dağıtımına başlanılmamışken kitapta yer alan bazı belgelerin yayınlanmasının ülkenin dış siyasetine zarar vereceği gerekçesiyle kitabın toplatılmasına karar verilmiştir. Toplanan 3000 adet kitap formu kireç ocaklarında yakılmıştır. Kitap, 1960’lı yıllarda yeni bilgi ve belgeler eklenerek İstiklal Harbimiz adı ile tekrar basılmıştır. Bu sebeple her iki kitabı birlikte ele alarak inceleyeceğiz. Ancak, öncesinde unutmamak gerekir ki söz konusu kitaplar 1933 yılında yani yaşanan olayların ardından, olayların sonuçları görüldükten sonra geriye bakarak yazılmıştır ve içerdiği birincil kaynak niteliğindeki belgeler her ne kadar eserlere belgesel nitelik katsa da, netice itibariyle bir hatırattır. Bu sebeple eserler değerlendirilirken belgesel nitelikli hatırat olduğu göz önünde bulundurulmalıdır.
İstiklal Harbimizin Esasları kitabına I. Dünya Savaşı ile başlayan Karabekir Paşa; 1914 yılının Temmuz ayında Avrupa ülkelerine yapmış olduğu seyahatte umumi bir savaşın yaklaşmakta olduğunu anladığını yazmaktadır. Osmanlı Devleti’nin savaşa girişi hakkındaki görüşü ise Almanya’nın Osmanlı’yı da kaçınılmaz bir şekilde savaşa sürükleyeceği ancak mecbur kalmadıkça savaşa dahil olmaktan kaçınılması gerektiği yönündedir. Nitekim bir oldu-bitti ile Osmanlı Devleti’nin savaşa daha en başında katılmasından ve kendisinin bu gelişmelerden haberdar edilmemesinden şikayet etmektedir.
1. Dünya Savaşı’nın ardından başlayan işgaller karşısında vatanın kurtarılması için ileri sürülen fikirleri değerlendiren Karabekir Paşa İngilizlere yaranarak onların iyi niyetine sığınma ve manda fikirlerine karşı olduğunu belirtmektedir. Paşa’ya göre İstanbul’da oluşturulacak bir kabine vasıtasıyla İngilizlerle anlaşmak ve bir takım tavizler vererek mümkün olanı kurtarmaya çalışmak felaketi durdurmayacaktır. Aynı şekilde manda fikirleri de ona göre vatanın geleceği için tehlike arz etmektedir. Yapılması gereken Anadolu’ya geçerek milli bir varlık ve direniş göstermektir. Nitekim Erzurum Kongresi’nde Amerikan mandası dile getirilince Karabekir Paşa bu görüşlere karşı çıktığını çünkü bu fikrin milli istiklal fikrinin ruhunu altüst ettiğini ifade etmiştir.
Kaleme aldığı eserlerin çokluğu ve kapsamı göz önüne alındığında dış politikaya çok fazla yer vermediği görülen Kâzım Karabekir’in belki de üzerinde en çok durduğu konu Bolşeviklik meselesi olmuştur. İstiklal Harbimizin Esasları ve sonraki haliyle İstiklal Harbimiz kitaplarında Milli Mücadele devam ederken gündeme gelen Bolşeviklik ve Sovyet taraftarlığı fikirlerine şiddetle karşı çıktığı görülmektedir. İşgaller karşısında kurtuluş yolları arandığı dönemde dile getirilen fikirlerden biri de Bolşevizme dahil olmaktı. Karabekir böyle bir fikrin “İstanbul ve Boğazlardaki Türkleri kökünden kazımak ve Türkiye’yi haritadan kolayca silmek için” bahane yaratmaya çalışan İngilizler tarafından propaganda edildiğini düşünmektedir. Kitabında bu fikrini şöyle ifade etmektedir: “Büsbütün imha ve İstanbul’dan ihraç olunmaklığımız… Bunu yapmaya İtilaf hükümetleri bugün neden kadir değillerdir. Mani olan kuvvetleri midir? Yoksa cihan efkarı umumiyesi midir? İstanbul’a zaten hakimdirler. Bizi oradan çıkarmaya mani olan şeyin kuvvet olmadığı görülüyor. Bekledikleri şey cihan efkarı umumiyesinde hakkımızda hüsnüniyetin iflas etmesidir. Bu da Anadolu’da selahiyet sahibi gibi görülen bir simanın Bolşeviklik ilanıyla mümkün olur. Ben daha İstanbul’da iken İtilaf propagandacıları mütemadiyen Bolşevik orduları Karadeniz sahiline indi. Bolşevik tayyareleri Boğaziçi’ne beyannameler attı diye şaiyalar yapmakta ve Bolşeviklik ilan olunursa Türk, Rum, Ermeni farkı kalmayacağını ve İtilaf kıtaatının da korkudan kaçacağını propaganda edip duruyordu. Bu hususta hasatsan Rauf Bey’in nazarı dikkatini celbetmiş ve böyle bir akılsızca hareketin İstanbul’dan kovulmaklığımıza ve mahvımıza sebep olacağını anlamıştım.” Kaldı ki; ona göre umut edilenin aksine daha orduları Moskova etrafında uğraşan Bolşeviklerden, Karadeniz ve Kafkasya İtilaf devletlerinin nüfuzundayken yardım beklemek gerçekçi değildir.
Karabekir Paşa, İstiklal Harbimizin Esasları / İstiklal Harbimiz kitabına da aynen aldığı 17 Haziran 1919 tarihli Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği telgrafında şu satırlarla İtilaf Devletleri ve Bolşevikler arasında tarafsız kalmayı önermiştir: “Bolşeviklerle yakından temas hasıl olunca maksat ve hedefleri anlaşılacak ve memleketimizi bilcümle İtilaf kuvvetlerinin tahliye etmesi yani ne İtilaf ve ne de Bolşevikler tarafından bitaraflığımızın ihlaline sebebiyet verdirilmemesi talebine bize hak verdirecek ve bu suretle bitaraflığımızı ihlal ve hakkımızı tanımayanlara karşı silaha sarılmak meşru olacaktır.”
Karabekir, Bolşeviklik fikrinin tekrar gündeme geldiği Amasya görüşmelerinde de Bolşevizm fikrinin münakaşa ve kabul edildiğini fakat kendi ikazıyla tekrar milli hükümet esasına rücu edildiğini iddia etmektedir. Amasya görüşmelerinde “verilecek herhangi bir delice kararın memleket halkında müspet bir tesir yapmasa da İtilaf siyasetçilerini Türkler Bolşeviklik ilan ettiler diyerek milletlerinin hislerini aleyhimize kaldırmalarını pek korkulacak bir felaket” olarak görmektedir.
Karabekir Paşa her ne kadar Bolşevizm’e ve Sovyetler birliğine karşı çok sert bir tavır almış olsa da ve eserlerinde bu tavrını vurgulasa da yaşanan bir takım gelişmeler, özellikle de İstanbul’un işgal edilmesi Karabekir’in tavrında yumuşamaya sebep olmuştur. Karabekir Paşa’nın İstiklal Harbimizin Esasları kitabında yer vermediği 16 Mart 1920 günü Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği telgrafta “İstanbul hadisesine bir aksi seda almak üzere Bolşevik ordularıyla Karadeniz kıyılarında bağlantı kurmak üzere Batum’da Bolşeviklik ilan edilebileceğini” yazmıştır. 13 Nisan 1920 tarihli telgrafında ise “Bolşevik gayelerinde bir milletin diğer millet toprağına göz dikmemesi ve emperyalizm tahribatının yıkılarak umum milletleri kardeş gibi yaşatmak varsa biz emperyalist olan bu devletlerin ve hassaten İngilizlerin düşmanıyız ve bu noktalarda Bolşeviklerle nihayete kadar beraberiz” diyecektir. Ancak Karabekir Sovyetler karşısında tamamen pasif kalmak niyetinde değildir; Kızıl Ordu’nun Gürcistan’a doğru bir harekat yapması durumunda Türk ordularının da Ermenistan’a doğru bir harekata girişmesini böylelikle “Ermenistan’ı çiğnemekle beraber Azerbaycan’ı ayaklandırmayı ve komünist kudret-i idaresinin teessüsünü taahhüt ederek” Bolşeviklere tamamen riayet edilmediği onlarla ortak bir plan dairesinde hareket edildiğini göstermek gerektiği düşüncesindedir. Nitekim Kızılordu’nun Azerbaycan sınırlarına yaklaştığı günlerde, 26 Nisan 1920 tarihli telgrafı ile emrindeki kolordunun Azerbaycan’a girmek üzere hazır beklediğini bildirmiş ve eğer Büyük Millet Meclisi bir karara varamıyorsa kendisine hareket özgürlüğü tanınmasını istemiştir.
Nihayetinde; Kâzım Karabekir komutasındaki Türk Kuvvetleri Eylül 1920 tarihinde taarruza geçerek, Brest-Litovsk Antlaşması ile Türkiye’ye verilen ve Misak-ı Milli hudutları dâhilinde olan Sarıkamış, Kars, Ardahan, Artvin ve Batum’u aldıktan sonra Gümrü’yü de ele geçirince, Menşevik iktidarı altındaki Ermeni hükümeti barışa yanaşmak zorunda kalmış ve 3 Aralık 1920 tarihinde Ermenistan ile Gümrü Antlaşması imzalanmıştır. Bu arada, Bolşevikler de Ermenistan’da iktidarı ele geçirmişlerdi. Ermenistan meselesi de bu şekilde çözüme kavuşmuştu. Kazım Karabekir, 3 Aralık 1920 tarihinde TBMM Murahhası sıfatıyla Gümrü Antlaşması’nı imzaladıktan sonra; 18 Ekim 1921 tarihinde biten Kars Konferansı’na baş murahhas olarak katılmıştır. Ayrıca bu konferansa başkanlık yaparak; 13 Ekim 1921 tarihinde Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan ile Kars Antlaşması’nı imzalamıştır. Bu antlaşma ile Batum’un Sovyetler Birliği’ne terk edilmesi karşılığında Sovyetlerden belli miktarlarda silah, cephane ve altın alınması kararlaştırılmıştır.
3) Sonuç
Kazım Karabekir, bir kısmı kendi hayattayken, bir kısmı ise vefatından sonra notlarından derlenerek basılan onlarca kitabı bulunmasına rağmen dış politika üzerinde fazla durmamıştır diyebiliriz. Kapsamlı olarak ele aldığı dış politika konusu olan Türkiye-Almanya ilişkileri ile ilgili olarak yazmış olduğu üç kitap dışında genel olarak dış politika hakkındaki anlatı ve yorumları Milli Mücadele devam ederken yaşanan gelişmeler üzerinedir. Bu konuda da en büyük yeri Bolşeviklik ve Sovyetler mevzusu tutmaktadır. Karabekir’in ilk başta Bolşeviklere karşı olan tutumu çok sert ve menfidir. Bolşeviklerle olan yakınlaşmanın İtilaf Devletleri’ni daha da kışkırtacağını ve Türkiye’nin aleyhine gelişmelere sebebiyet vereceğini düşünmektedir. Ancak İstanbul’un işgal edilmesi üzerine İngilizlerle anlaşabilmenin mümkün olmadığını anlaması onun Bolşeviklere karşı olan tavrının yumuşamasına sebep olmuştur.
Netice itibariyle tekrar hatırlatmak isteriz ki; Kazım Karabekir’in incelediğimiz eserleri, anlattığı dönemlerden daha sonra, olayların sonuçları görülmüşken kaleme alınmıştır. Ancak bu eserler içerdiği birincil kaynak özelliğindeki belgeler sayesinde belgesel nitelikli hatırat niteliği de taşımaktadırlar. Eserler değerlendirilirken bu özelliklerini göz önünde bulundurmak gerekir.
Bu yazı yorumlara kapalı.