1960’lı yıllarda Türk aydınlarının üzerinde en çok tartıştığı sorunlardan biri; “Türkiye azgelişmiş ve emperyalizme bağımlı bir ülke olmaktan nasıl kurtulur, kalkınmasını nasıl sağlayabilir?” idi. Bu tartışma emperyalizme karşı bağımsızlık savaşı vermiş, kazanmış ama buna rağmen kısa sürede yine emperyalizme bağımlı hale gelmiş olmanın şaşkınlığı içerisinde yürüyordu. Şevket Süreyya Aydemir 1932’de yazdığı “İnkılap ve Kadro” kitabının 1968’deki ikinci baskısının önsözünde, kitabı yazdığı tarihlerde Türkiye’nin muzaffer olduğunu ama inkılabı devam ettirecek aydın, düşünür, sanatkar kadroların bunu başaramadığını, Türkiye’nin dış haklar ve dış kontroller tesisi pahasına oligarşik bir nizama yöneldiğini söyler. Aynı şekilde Doğan Avcıoğlu’nun siyasi fikirlerinin geliştiği 1945 sonrası yıllar üçüncü dünyada bağımsızlık savaşlarının gerçekleştiği ve bu milliyetçi hareketlerin sosyalizme evrimleştiği yıllardı. Oysa ki Türkiye bu süreci onlardan çok daha önce yaşamış olmasına rağmen tekrar emperyalizme bağımlı hale gelmişti. Bu durum Avcıoğlu’nu rahatsız ediyordu. Eğitim için gittiği Fransa’da duyduğu rahatsızlık daha da artmıştı. Bu rahatsızlık onu Batı’nın nasıl olup da zamanında onlardan üstün olan Türkiye’yi geçtiği veya kendi ifadesi ile söyleyecek olursak “Bu pezevenkler bizi nasıl geçti?” sorusuna ve Türkiye’nin bu geri kalmışlıktan, bağımlılıktan nasıl kurtulabileceğine cevap aramaya itmişti.
1926 doğumlu olan Doğan Avcıoğlu İstanbul Hukuk Fakültesi’nden mezun olmasının ardından lisansüstü eğitimi için Paris Siyasal Bilimler Okulu’na gitti. Bu yıllar Avcıoğlu’nun farkındalığının arttığı ve fikriyatının geliştiği yıllar oldu. Paris’te geçirdiği yılların ardından Londra’ya geçerek orada da 1 yıl yaşadı, bu esnada liberal ekonomi üzerine inceleme ve çalışmalarda bulundu. Türkiye’ye döndükten sonra Akis ve Kim dergilerinde, Ulus Gazatesi’nde yazılar yazdı. CHP Araştırma Bürosu’nda çalıştı. 27 Mayıs İhtilali’nin ardından CHP kontenjanından Kurucu Meclis’in Temsilciler Meclisi’ne üye seçildi, 1961 Anayasası’nın hazırlanmasına katkıda bulundu. 1961 Anayasası’nın özellikle ekonomik ve sosyal içeriğinin oluşmasında Anayasa Komisyonu üyesi olarak büyük katkısı oldu. Gene de Anayasa’nın yürütme ve yasama organlarının ekonomik alandaki yetkilerini düzenleyen hükümleri istediği gibi kabul ettiremedi. O, karar mekanizmaları hızlı ve kesin çalışan bir düzen istiyordu. Bu sebeple 1961 Anayasası’nın Kurucu Meclis’teki oylaması sırasında kabul oyu vermedi.
1960’lı yıllarda emperyalizm ve Türkiye’nin bağımlılık sorununa çözüm arayanların başında Doğan Avcıoğlu ve Yön Dergisi çevresinde toplanan aydınlar geldi. Doğan Avcıoğlu’nun imtiyaz sahibi olduğu Yön Dergisi 1961 ile 1967 yılları arasında yayınlandı. Mümtaz Soysal ve Cemal Reşit Eyüboğlu da derginin kurucuları arasındaydı. İlhan Selçuk, İlhami Soysal, Niyazi Berkes, Şevket Süreyya Aydemir, Sadun Aren, Attilâ İlhan, Çetin Altan, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Aziz Nesin, Fakir Baykurt, Muammer Aksoy, Yaşar Kemal, Turan Güneş, Taner Timur, Fazıl Hüsnü Dağlarca gibi isimler Yön’de yazılar yazdı. Derginin ilk sayısında “Aydınların Ortak Bildirisi” isimli “Yön Manifestosu” olarak da bilinen bir bildiri yayınlanmıştı. Bildirinin altında 164 aydının imzası vardı, daha sonradan 878 kişi daha bildiriyi imzalayanlar arasına katıldı. İmzacılar arasında; Doğan Avcıoğlu, İlhan Selçuk, Mümtaz Soysal, İlhami Soysal, Niyazi Berkes, Şevket Süreyya Aydemir, Kemal Tahir, İdris Küçükömer, Fethi Naci, Çetin Altan, Altan Öymen, Deniz Baykal ve Korkut Boratav gibi isimler bulunmaktaydı. Manifesto, hareketin ana tezi olan “devletçilik” ve “halkçılık” ilkeleri doğrultusunda bir kalkınmanın altını çiziyordu. Derginin amacı Kemalizmin eksikliklerini Marksizimden faydalanarak tamamlamak ve bu sayede bir kalkınma stratejisi geliştirmekti.
Doğan Avcıoğlu, Yön dergisi vasıtasıyla Türkiye’deki bir çok tabuyu yıktı. Derginin ilk sayısı için yazdığı başyazısını şöyle bitirmişti: “Dün olduğu gibi bugün de çıkmazdayız. Dün olduğu gibi bugünde ayakta durabilmemiz, Sam Amca’nın gayretlerine bağlıdır. Hızlı kalkınma temposunu sağlayacak çapta bir kemer sıkma gayreti, gelir dağılışındaki adaletsizliklerin giderilmesi, fedakârlık ve nimetlerde eşitliğin gerçekleştirilmesiyle mümkün olacaktır. Bu sebepledir ki, yirminci yüzyılın ikinci yarısında azgelişmiş memleketler için tek çıkar yol, sosyalizmdir.” O dönem Türkiye’sinde sosyalizm kelimesini kullanmak bile cesaret isterken o sosyalizmi Türkiye ve azgelişmiş diğer ülkeler için kurtuluş yolu olarak gösterdi. Nazım Hikmet’in yasaklı olduğu, şiirlerinin elle çoğaltılıp gizli gizli okunduğu yıllarda o Yön Dergisi’nde Nazım Hikmet’in şiirlerini yayınladı.
Kürt sorunu”nu ilk kez dile getiren Doğan Avcıoğlu oldu. O yıllarda TİP bile meseleyi “Doğu sorunu” diye adlandırırken, Avcıoğlu bu meselenin sadece coğrafi değil etnik özellikler de taşıdığını dillendirdi. Yön Dergisi’nde 16 Aralık 1966 tarihinde yayınlanan “Kürt Tabusu” başlıklı yazısında şunları yazdı: “Resmi tez ne olursa olsun, bütün bunlar göstermektedir ki bir Kürt meselesi vardır ve uzun yıllardır uygulanan politika meseleye bir çözüm yolu bulmakta başarısız kalmıştır… Şüphesiz, derebeyliğin tasfiyesi Doğu meselesinin çözülmesinin önşartlarından biridir. Türkiye çapında köklü bir toprak reformunu gerçekleştirmekte çok geç kaldığımız muhakkaktır. Yalnız, etnik yönü de olan bir meselenin sadece ekonomik ve sınıfsal açıdan alınacak tedbirlerle çözülmesi mümkün müdür? Yeryüzündeki çeşitli denemeler, meselenin etnik yönünü de hesaba katmadan çözüm yollarının başarılı olmadığını göstermektedir. Ne var ki en cesur ve ileri fikirli kişiler dahi, bu noktaya gelince zınk diye durmakta ve daha geniş bir planda düşünmeyi reddetmektedirler. Bir noktada en ufak tereddüde yer yoktur. Tek bir milletiz ve tek karış toprağımızı asla feda etmeyiz. Türkiye toprakları üzerinde ayırıcı ve bölücü emeller besleyen gafiller varsa, bir an önce akıllarını başlarına devşirsinler; bir karış toprak için en başta sosyalistlerin dövüşeceklerini bilmelidirler.” Yine Yön Dergisi’nde 21 Nisan 1970 tarihinde yayınlanan “Çözüm Yolu” başlıklı yazısında ise şunları yazdı: “Türkiye’de bir Kürt devleti kurma peşinde koşan kişilerin var olup olmadığını bilmiyoruz. Yalnız eğer böyle hayaller besleyenler varsa bugüne kadar uyguladığımız politikanın temelinden yanlış olduğuna inanan bir Türk aydını olarak, bu kişilere akıllarını başlarına toplamaları gerektiğini hatırlatırız. Hangi açıdan bakarsanız bakınız, bir Kürt devleti kurmak hayaldir ve halkların çıkarlarına aykırıdır. Böyle bir hayal, milletler arası planda tehlikeli çatışmalar yaratmaktan ve gereksiz ıstıraplara yol açmaktan başka bir sonuç verecek değildir… Kanımızca, gerçekçi bir politika, feodalizmi tam tasfiye eden köklü bir toprak reformu, Doğu’nun Batı ile bütünleşmesini amaç edinen bir bölgesel kalkınma programı ve bölgenin etnik özelliklerini göz önünde tutan geniş kapsamlı bir plan çerçevesinde yürürlüğe konabilir. Feodal ve yarı feodal unsurlara yaslanan bugünkü iktidarın böyle bir politikaya yönelmesi elbette olanaksızdır. Gerçekçi bir politika devrimci güçlerin iktidara gelmesiyle ancak yürürlüğe konabilir. Emperyalizmin yararlanabileceği tehlikeli hayaller peşinde koşmak yerine, Türkiye devrimcileri, el ele devrimci bir iktidarı gerçekleştirmeye çalışmalıdırlar.”
Yön’ün daha ilk sayısından itibaren başlayan bu gibi cesur çıkışları ve dergide toplanan isimler sağ kesimin tepkisini derginin üzerinde topladı. Dergiye karşı protestolar düzenlendi, birçok dava açıldı hatta Albay Talat Aydemir’in başarısız ihtilal girişiminden sonra Sıkı Yönetim Mahkemesi kararıyla bir süreliğine kapatıldı.
Yön’e göre Türkiye’nin temel sorunu iktisadi kalkınmaydı. Bu sebeple hızlı bir iktisadi kalkınmayı sağlayacak yeni bir Kemalist program etrafında birleşilmeliydi. Bu yeni program ise, kapitalist gelişme yolunu seçerek hata yapan eski Kemalist kadroların hatalarını tekrarlamamalı, sosyalist bir yol çizmeliydi. Kaldı ki sosyalizm, Kemalizmin devletçilik, halkçılık, milliyetçilik ve inkılapçılık ilkelerinin doğal bir sonucuydu. O halde yapılması gereken bu ilkeleri sosyalist bir eğilimle yeniden tanımlamaktı. Buradan hareketle Kemalist ilkeleri yeniden tanımlamaya çalışan Yön’e göre inkılapçılık, radikal bir iktisadi ve sosyal düzen değişikliğini ifade eden bir devrimciliği; halkçılık, sınıfsız kaynaşmış bir kitle yerine işçi ve köylülerden oluşan emekçi kesimlerden yana feodalizme ve burjuvaziye karşı bir politika izlemeyi; devletçilik, halkçı politikaları izlemeyi mümkün kılan bir metodu; milliyetçilik ise emperyalizme karşı mücadele ve tam bağımsızlığı ifade etmekteydi. Yöncüler Atatürk’e her zaman ilerici bir lider ve siyasal bağımsızlığın mimarı olarak saygıyla yaklaşmış, ülkenin bağımlı bir hale gelerek azgelişmiş kalmasının suçunu Kemalist Devrim’den çok Atatürk sonrası başa geçen yetersiz devlet adamlarına yüklemişlerdir.
Yön Hareketi her ne kadar toplumsal sınıfları kabul etmiş ve tavrını işçi-köylü sınıfından yana koymuş olsa da aslında Yön de aynı 30’lu yılların Kadro Dergisi gibi henüz tam kapitalistleşmemiş bir feodal Doğu toplumu olan Türkiye’de sınıf çatışmalarının henüz tam anlamıyla oluşmadığını ve devletçi bir ekonomi anlayışı ile bu çatışmanın önüne geçilebileceğini savunuyordu. Yöncülere göre Türkiye’de öncelikli olarak gerçekleştirilmesi gereken milli demokratik devrimdi, bu devrim sayesinde Türkiye bağımlılıktan kurtularak gelişim sürecine devam edebilecekti. Avcıoğlu o dönemdeki sosyalist gruplara da eleştirel bir tavırla yaklaştı ve Türkiye’nin geleceği için sosyalizmi en uygun model olarak görmesine rağmen milli demokratik devrim gerçekleştirilmeden atılan sosyalizm sloganlarının yersiz olduğunu söyledi. Yön Hareketi işçi sınıfı kadar köylülere de önem veriyordu. Yöncülere göre o dönem Türkiye’sinin yüzde 75’ini oluşturan köylülerin katılımı olmaksızın birleşik cephe kurulamaz ve milli demokratik devrim gerçekleştirilemezdi.
Doğan Avcıoğlu’na göre devletlerin benimseyebileceği 3 temel tip kalkınma modeli vardı. Bunlardan birincisi tarihsel koşulların uygun olduğu ve sermaye birikimi sonrası burjuva devrimlerinin gerçekleşebildiği Amerikan tipi kapitalist kalkınma modeliydi. İkincisi, Sovyetler Birliği’nin benimsediği sınıf esasına ve proletarya diktatörlüğüne dayalı sosyalist modeldi. Üçüncüsü ise, tarihsel olarak modernleşme yarışında geride kalmış ülkelerin uygulaması gereken devletçi ancak proletarya diktatoryasına dayanmayan ulusal sosyalist bir modeldi. Doğan Avcıoğlu ve Mümtaz Soysal parlamenter demokrasinin burjuvazinin çıkarına hizmet eden bir yönetim biçimi olduğunu ve bu yönetim biçimi ile gerçek demokrasiye ulaşabilmenin mümkün olmadığını savunuyorlardı. Ülkenin sosyo-ekonomik geriliği ilerici hareketlerin demokratik yollarla gerçekleşmesine izin vermeyecekti. Bu sebeple hedeflere ulaşabilmek için Avcıoğlu’nun “zinde güçler” adını verdiği asker, bürokrat, aydın, genç, işçi ve köylülerden oluşan birleşik bir grubun herhangi bir sınıf ayrımı gözetmeksizin oluşturduğu ilerici partisinin, askeryenin sol kesimlerinin yapacağı bir darbe sonrası başa getirilmesi gerekliydi. O yıllarda TİP ise Yöncülerin bu görüşlerinin aksine demokratik metodların geçerliliğini savunmuş ve bu metodları kullanarak siyaset sahnesinde yer edinmişti.
Avcıoğlu’na göre Türk Silahlı Kuvvetleri’nin halk çocuklarından oluşması ve anti-emperyalist bir tarihin mirasçısı olması onu burjuvazinin koruyucusu olan diğer ordulardan ayırıyordu. Bu sebeple, devletçi ve ulusal bir devrimin TSK’nın önderliğinde gerçekleşebilmesinin mümkün olduğunu savunuyordu. Ona göre Devrimci Ordu Gücü Türkiye’nin son yüz yıllık bir gerçeğiydi. Türkiye’de ordu Batı ülkelerindeki gibi dar anlamıyla anlaşılan bir askerler topluluğundan ibaret değildi. Devrimci Ordu Gücü son yüz yılda Türk tarihine damgasını vurmuş, bazen başarılı bazen başarısız denemelerle bağımsız ve uygar bir Türkiye’nin inşası için çırpınmış asker-sivil milliyetçi devrimcilerin oluşturduğu bir topluluktu. Yine bu görüşe paralel olarak Türkiye’deki ara tabakaların yani asker – sivil – aydın zümrenin ya da kendi ifadesiyle “zinde güçler”in tarihten gelen bir devrimci geleneği olduğunu savunuyordu. Avcıoğlu’nun ve Yön’ün yaydığı bu fikirler o dönemde özellikle genç subaylar arasında çok büyük yansımalar oluşturuyordu ve Albay Talat Aydemir’in 1962 ve 1963’te giriştiği ihtilal teşebbüslerinde büyük etkisi olmuştu. Nitekim 1963’teki ihtilal girişimi sonrasında Yön Dergisi, Sıkı Yönetim Mahkemesi kararıyla bir kaç aylığına kapatılmıştı.
Doğan Avcıoğlu sadece genç subaylar nezdinde değil üniversite gençliği nezdinde de çok büyük bir etki yarattı. Görüşleri ile Milli Demokratik Devrim (MDD) hareketinin temellerini atarak 68 kuşağının fikriyatına şekil veren; özgürlük, eşitlik, bağımsızlık mücadelesi için heyecanla dolu olan gençlere mücadelenin yönünü gösteren kişi olmuştu. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönem tarihini bir iktisadi bağımlılık ve emperyalizmle ilişkiler tarihi olarak ele alıp Türkiye’de kapitalizmin gelişmemesinin ve feodal bir toplum olarak kalmasının sebeplerini aradığı ve bu durumdan kurtuluş yollarını gösterdiği meşhur eseri “Türkiye’nin Düzeni; Dün-Bugün-Yarın” isimli kitabı asker-sivil aydınların, devrimci öğrencilerin, bir kuşağın baş ucu eseri olmuştu.
Avcıoğlu, 1968 yılında yayınladığı “Türkiye’nin Düzeni” kitabında o güne kadar sol/sosyalist düşünde pek görülmemiş bir şekilde yeri geldiğinde Marx’ın tezlerine dahi karşı çıkmış, kendi teorilerini geliştirmişti. Marx’ın Asya Tipi Üretim Tarzı’nı (ATÜT) Osmanlı İmparatorluğu bazında değerlendirerek eleştirilerde bulunmuştu. Avcıoğlu ATÜT teorisini Osmanlı nezdinde değerlendirirken; Osmanlı’daki üretim tarzının Batı’dakinden pek farkı olmadığını çünkü toprağın Türk çiftçisinin tasarruf hakkında olduğunu ve bu hakkın çocuklara da aktarılabilir yani özel mülkiyete çok yaklaşmış bir yapıda olduğunu söylemiştir. Osmanlı’nın mülkiyet anlayışını Roma Hukuku’nun mülkiyet anlayışına benzetmiştir. ATÜT’te sadece köy topluluğu vardır, birey ancak bu topluluğun mensubu olarak mevcuttur. Oysaki Türk köyünde kamucu özelliklerin yanında bireyci özelliklerin de geliştiğini, Avrupa’daki serf ile Osmanlı’daki reaya arasında çok bir fark olmadığını, ikisinin de toprağa bağlı olduğunu ve ikisinin de ürettiği ürünün bir kısmının toprak sahibi tarafından alındığını yani ikisi için de sömürüye dayanan sınıflı bir düzenin söz konusu olduğunu belirtmiştir. Ona göre; Avrupa’da senyör Türkiye’de devlet veya temsilcilerinin olması üretim tarzının karakterini değiştirmez. Ayrıca bir çok Selçuklu – Osmanlı köyü kapalı üretim hala hakim olmakla birlikte ticari hayata entegre olmuşlardı. Gerek tarım gerek sanayide bölgesel ihtisaslaşma yaşanmış ekonomik planda çok uzak mesafeleri kapsayan bir karşılıklı bağımlılık yaratılmıştı. Dolayısıyla Osmanlı’daki durum Batı’dakinden farklı değildir. ATÜT teorisi Osmanlı için geçerli değildir. Buna rağmen Osmanlı’nın bağımlı bir ülke haline gelmesi onun kapitalistleşememesine ve Batı’dakinden farklı bir düzenin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Avcıoğlu’nun, Marx ve Engels’i eleştirdiği diğer bir konu ise Marx ve Engels’in Batı’nın kapitalist yayılmasını ve sömürgeciliği bir açıdan olumlu bir gelişme olarak görmeleridir. Onlara göre kapitalist yayılma sayesinde Batı-dışı dünyanın kapitalizm öncesinden kalma sosyo-ekonomik ve kültürel yapıları tasfiye olacak ve oralarda kapitalist ilişkiler gelişecek sonuç olarak da sosyalizme geçişin maddi koşulları oluşacaktır. Aynı şekilde, sömürgelerde bir ulus devlet oluşturmaya olanak verecek bir ekonomik temelin bulunmadığı gerekçesiyle ulusal bağımsızlık hareketlerine de ihtiyatla yaklaşmışlardır. Engels, 1850’li yıllarda ABD’nin Meksika’yı istilasını ve Kaliforniya’nın ihakını desteklemiş, Bedevilerin Fransa’ya karşı verdiği mücadeleyi umutsuz olarak nitelemiştir. Marx da Çin’deki Taiping Ayaklanması ve Hindistan’daki Sepoy İsyanı karşısında benzer bir tavır takınmıştır. Yine Marx, İngiltere’nin Hindistan’da iki misyonu olduğunu söylemiştir: Biri yıkmak öbürü ise yeniden yaratmak. Ona göre İngilizler Hindistan’da eski Asya toplumunu yok ederek modern Batı toplumunun maddi temellerini atmaktadır. Avcıoğlu ise Marx’ın ATÜT temelli bu görüşlerine karşı çıkarak sömürgeciliğin eski düzenleri yıktığını ama kendisinden umulan yaratıcı misyonu hiç bir yerde göstermediğini söylemiştir. Avcıoğlu’na göre Marx’ın bu düşüncesi onun, ATÜT’e dayanan toplumların kendi iç evrimleriyle daha ileri toplumsal yapılara geçebilmeleri konusundaki umutsuzluğunu gösterir.
30 Haziran 1967’de 222. sayısı ile Yön Dergisi’nin yayın hayatına veda etmesinin ardından Avcıoğlu bu sefer 21 Ekim 1969’da yayınlanan ilk sayısı ile Devrim Dergisi’ni çıkartmaya başladı. Derginin logosunun altında Mustafa Kemal’in “İdare-i maslahatçılar esaslı devrim yapamazlar.” sözü yazılıydı. Yön’den Devrim’e geçişi şöyle ifade ediyordu: “Yön arayıştı; şimdi yönün ne olduğu bellidir; devrim”. Bu dönemde Devrim Dergisi’ne ve Avcıoğlu’na yönelik cuntacılık suçlamaları arttı. O ise kendisini şu şekilde savunuyordu: “Halktan kopuk cunta yönetimleri defalarca yazdığımız üzere, çözüm yolu değildir. Türkiye’yi ancak ve ancak, demokratik bir halk iktidarı kurtarabilir.” (Devrim, sayı 43, 11 Ağustos 1970), “Günümüzün koşullarında bir kurtuluş sıçraması, ancak örgütlü ve bilinçli halk kitleleri eliyle gerçekleştirilebilir.” (Devrim, sayı 71, 2 Mart 1971).
Devrim dergisi 12 Mart 1971 darbesine kadar yayın hayatını sürdürdü. 12 Mart sürecinde tutuklanarak Ziver Bey Köşkü’nde işkence gören aydınlardan biri oldu. 9 Mart’taki başarısız sol ihtilal teşebbüsü için orduyu isyana teşvik ettiği suçlaması ile yargılandı. 1973 yılında beraat ettikten sonra siyaset hayatından çekilerek kendini kitap çalışmalarına verdi. Bu dönemde Uğur Mumcu’nun ifadesiyle “tek kişilik üniversite” gibi çalışarak bir çok önemli eserler verdi. Avcıoğlu’nun eserleri şunlardır: Türkiye’nin Düzeni: Dün-Bugün-Yarın (2 cilt, 1968); 31 Mart’ta Yabancı Parmağı (1969); Devrim Üzerine (1971); Milli Kurtuluş Tarihi (3 cilt, 1974-1975); Türklerin Tarihi (5 cilt, 1978-1982, eserin 6. cildi 2013 yılında Avcıoğlu’nun notlarını derleyen Doğan Yurdakul tarafından çıkarıldı.); Devrim ve “Demokrasi” Üzerine (1980)
Doğan Avcıoğlu hem siyasi mücadelesiyle hem de verdiği eserlerle Türkiye tarihinin en önemli figürlerinden biri olmuştur. Anıtsal nitelikteki eserleri bugün hala kaynak niteliğinde ve önemlerini aynen korumaktadır. Bugün 68 kuşağının sembol isimleri dillerde gezerken Avcıoğlu’nun ismi pek hatırlanmasa da o, 68 kuşağının arkasındaki fikir adamı olmuş, görüşleriyle bir kuşağa yön vermiştir. 4 Kasım 1983’te hayata gözlerini yumduğunda vasiyeti üzerine Büyükada’ya defnedilmiş ve arkadaşı Can Yücel tarafından ardından yazılan bir şiirle uğurlanmıştır.
AVCIOĞLU’NA;
Doğan’la bir tarihte
Bu, şimdi yaşadığım mor sahillerde
Üçer beşer yaşlarındaki oğullarını gördüydüm
Dudaklarında birer kibrit çöpü
Ve elleri arkalarında
Yürüyorlardı kumları tekmeleyerek
Babalarının arkasından…
Babaları da arkasında olup bitenden habersiz
Dudaklarının ucunda cigara, sarkmış öyle külü
Elleri arkasında yürüyordu kumsal boyunca
Düşünceli düşünceli
Memleketi nasıl kurtarayım diye
Ölmek için…
(Somut, 13 Kasım 1983)
YARARLANILAN KAYNAKLAR:
ATILGAN Gökhan, Yön-Devrim Hareketi – Kemalizm ile Marksizm Arasında Geleneksel Aydınlar, Yordam Kitap, İstanbul, 2008
AVCIOĞLU Doğan, Türkiye’nin Düzeni Dün-Bugün-Yarın, Tekin Yayınevi, İstanbul, 2001
AYDEMİR Şevket Süreyya, İnkılâp ve Kadro, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2003
BAŞKAYA Fikret, Kalkınma İktisadının Yükselişi ve Düşüşü, Türkiye ve Ortadoğu Forumu Vakfı – Özgür Üniversite, Ankara, 2009
KARAÖMERLİOĞLU M. Asım, “Bağımlılık Kuramı, Dünya Sistemi Teorisi ve Osmanlı/Türkiye Çalışmaları”, Toplum ve Bilim, No:91, Kış 2001-2002
ÖRMECİ Ozan, “Doğan Avcıoğlu ve Yön Hareketi”, http://ydemokrat.blogspot.com.tr/2010/10/dogan-avcoglu-ve-yon-hareketi.html
YALÇIN Soner, “Put Kırıcı Bir Aydın”, http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/13065302.asp
Bu yazı yorumlara kapalı.