“İnsanlar savaşır ve kaybeder; uğruna savaştıkları şey yenilmelerine rağmen gerçekleşir, ama ortaya çıkan düşündüklerinden başka bir şeydir; başka insanlar başka bir adla onların davası için savaşmak zorunda kalır.”
–William Morris
Aydınlanma nedir? Kant’ın tanımıyla aklını kullanma cesaretini göstermek yani insan aklının özgürleşmesi; başkalarının, tabuların, önyargıların, değişmez kabul edilen geleneksel fikirlerin ve dinin tahakkümünden kurtulmasıdır. Son derece evrensel bir amaç gütmesine ve ardında büyük bir birikim bulunmasına rağmen aydınlanma kavramı, aklın özgürleşmesi yolunda Descartes ve Leibniz gibi düşünürlerle 18.yy’da Avrupa’da gelişmeye başlayan fikir hareketini ifade etmek için kullanılmaktadır. Eğer aydınlanma akıl ve özgürlük mücadelesiyse, ki öyledir, insanlığı 18.yy’da Avrupa’da gelişmeye başlayan fikir hareketine taşıyan birikiminin bu kavramın kapsamı dışında bırakılması yanlıştır. Tabi ki aydınlanma kelimesini sadece Avrupa’daki söz konusu fikir hareketinin özel ismi kabul edip onu ifade etmek için de kullanmayı tercih edebiliriz ancak bu, eski dinlerin ışık kavramına kadar uzanan, insanlığı tanrısal akıldan insan aklına taşıyan bir geçmişe ve bu geçmişin büyük birikimine sahip aydınlanma kavramına haksızlık etmek olacaktır. Bu nedenle aydınlanma kavramının Antik Yunan’dan, İslam Dünyası’nın 9.yy – 12.yy arası dönemine, Avrupa’nın 18.yy’dan sonraki döneminden, günümüze kadar üretilen, insanlığı bugüne taşıyan ve daha da ilerisine taşıyacak olan tüm ilerlemeci fikirleri ifade edecek bir şekilde kullanmanın daha doğru olacağı kanaatindeyim.
Aydınlanma kavramının sadece 18.yy ve devamında Avrupa’da gelişen düşüncenin özel ismi olarak kullanılması, aydınlanma ilkelerini temel alan ve aynı hedefleri benimseyen ancak çok farklı bir sonuca varan modernizmin, geçmişi silip atan ve Batı merkezli bakış açısının bir sonucudur. Modernizm; Batı’nın, aydınlanma fikirlerinin üstüne Sanayi Devrimi ile oluşturduğu bir gelişim şeklidir. 19. yy’da Sanayi Devrimiyle Batı’da bilim, teknik ve endüstride müthiş bir gelişme gösterilmiş, bunun yanında sanat ve estetik anlayışında da sade ve işlevsel olana doğru yönelen bir değişim gerçekleşmiştir. Bilim ve teknikteki tüm insanlık tarihi boyunca gerçekleştirilen gelişmelerden çok daha fazlası birkaç yıl içinde gerçekleşiyordu ve bu tamamen insan aklının ürünüydü. Buna bağlı olarak sanat ve estetik anlayışı da değişiyordu artık Sanayi Devriminin yarattığı hızlı, kalabalık ve değişken yaşam şekline uygun olarak sade, işlevsel ve ucuz olana ilgi artıyordu. Bu değişim ve gelişim o kadar etkileyiciydi ki tüm bu gerçekleşenlerin Batılı akıl ve onun sadece son birkaç yüzyıl içinde ürettikleri sayesinde gerçekleşebildiği düşüncesiyle tüm tarih, uygarlık birikimi ve Batılı akıl dışında başka bir aklın ürettikleri reddedildi. Batı düşüncesi artık koyu bir pozitivizme saplanmış ve Batılı aklın üstün olduğu, Batı’nın ürettiği bu değerlerin ulaşılamaz ve aşılamaz olduğu şüphesiz kabullenilmişti. Batıdaki Aydınlanmanın ve onun gelişim şekli olan modernizmin Batı’yı koyu bir pozitivizme ve korkutucu boyutlardaki bir kibirliliğe taşımasıyla emperyalizmin doğuşunu sağlayacak ve onu kendileri nezdinde meşrulaştıracak fikri zemin de oluşturulmuştu. Modernizm insanlığı gerçekten insani bir duruma ulaştırmak yerine onu yeni bir tür barbarlığa taşımıştı. Batı tüm bu düşüncelere ve bu düşüncelerin meşruluğuna yalnız kendisi inanmakla da kalmayarak, tüm dünyaya da bunları kabullendirmiştir. Hatta bu fikirlere Batı dışı dünya Batılılardan bile daha sağlam bir inançla iman etmiştir. Batı dışı dünya için (ki burada “Batı” kavramından kastımızın karşısında yer aldığından “Doğu” kavramını kullanabiliriz) bu fikirlerin aksi düşünülemez bile. Bu nedenledir ki günümüzde Batı’nın pozitivizmine ve modernizme karşı, ezilen ve hakir görülen Doğu’da refleksi ve hamasi tepkiler dışında pek akli tepkiler gösterilemezken bugün için en ciddi tepki kabul edebileceğimiz post-modern fikirler yine Batı’da yükselmektedir, her ne kadar eleştirinin üstüne çıkarak yerine bir öneri getiremese ve yine Batı merkezli düşünceyi aşamayıp Batı dışı dünyayı ve uygarlığı anlayamasa da.
Günümüzde; Newton fiziğinin aşılıp kuantum fiziğinin gelişmesi, ışığın hem dalgasal hem de maddesel özellikler gösterdiğinin anlaşılması ve bilinçaltının keşfi gibi gelişmeler neticesinde pozitivizmin dolayısıyla modernizmin düşünsel temeli sarsılmakta ayrıca modernizmin insanlığı taşıdığı yeni tür barbarlık karşısında vicdani tepkiler de günden güne artmaktadır. Bunu dayanak alan post-modern fikirler modernizmi ciddi anlamda sorgulamakta, modernizmin insanlığı getirdiği noktayı sert bir şekilde eleştirmekte ancak modernizmin katlettiği aydınlanma düşlerinin yerine yeni bir hayal, yeni bir hedef ve yeni bir yöntem getirme amacından da bir o kadar uzak durmaktadır. Ayrıca Doğu’nun (Batı dışı dünyanın) temel sorunlarını anlayamamakta, nitekim emperyalizmin Doğu üzerindeki işleyişini, geçmişte Lenin ve Galiyev’in günümüzde ise Wallerstein’ın ortaya koyduğu sömürünün ulusal düzeyini görmezden gelerek ulus devletlerin sonunu ve ilerleme karşıtı bir yerelleşmeyi kurtuluş reçetesi olarak sunmaları ise gerçeklerle örtüşmemekte ve bir kurtuluş sağlamaktan çok uzak kalmaktadır.
Görünen odur ki; Doğu dünyası kendi aklıyla kendisine uygun bir düşünce sistemi ve bir gelişim yöntemi geliştiremedikçe kendisi için değişen pek fazla bir şey olmayacaktır. Ancak Doğu’nun düşünsel bir temel inşasına girişebilmesinin, içinde bulunduğu şartlara bakıldığında oldukça zor olduğu da görülmektedir. Buna rağmen bazı Doğu toplumları, her ne kadar şekli tartışmalar arasında sorunun esasını kavramakta zorlansalar da, modernleşmeye ayak uydurma çabaları sayesinde gerekli birikimi edinebilmişlerdir. Artık bu toplumların ihtiyacı olan ise bu birikimi değerlendirecek ve toplumlarının kendi kültürlerine ve gerçeklerine uygun olan bir uygarlık gelişimini tasarlayabilecek aydın ve kadroların yetişmesidir.